Ö.Özer Uysal
ANI 1
27 Mayıs 1960 devriminden önce bilindiği gibi sıkıyönetim ilan edilmiş ve yurtlarda kapatılmıştı. Bizim yurt ise açık kalmış bazı arkadaşlar evlerine gitmiş bir kısım arkadaşlarda yurtta kalmışlardı. Bende yurtta kalmıştım. Yurtta kalan arkadaşlarla maç yapıyor, müzik vb. gibi etkinliklerle vakit geçiriyorduk .Yurt müdürümüz, yurttan uzaklaşmayı yasaklamıştı.28 Nisan günü can sıkıntısından rahmetli Teoman Coşkun ( Tosbi ) ile biraz dolaşalım diye öğleden sonra ikindiye doğru saraçhanebaşına doğru yürümeye başladık. Oraya yaklaştığımızda Aksaray’dan bir gurubun liberti ( hürriyet ) diye bağırarak yukarıya doğru kaçtığını gördük. Arkasından da polisler kovalıyordu. Bizim o guruptan olmadığımızı polislerin bilmediği aklımıza geldiğinde korkudan biz de onlarla kaçmaya başladık. Kalabalığa karışınca Tosbi ile birbirimizi kaybettik. Bizler kaçıyor polislerde peşimizden kovalıyordu. Kaçarken de her lisandan Hürriyet diye bağırmaya devam ediyorduk. Çok sıkıştığımızda durup hemen istiklal marşına başlıyoruz. Polisler de duruyorlar tabi. Sonra kaçma, kovalama yeniden başlıyor. Bir süre sonra bir durduğumuzda polisler fırsattan istifade durmadılar bir iki kişiyi karga tulumba aldılar. Ne olduğunu öğrenemedik. Sonunda İstanbul Üniversitesinin bahçesinde toplandık. Polisler bahçeye girmemişti. Bahçede kızlı erkekli yüzlerce kişi kenetlendik. Çoktan akşam olmuş içerde sloganlar devam ediyordu. Saat 21.00 den sonra bazı isimler anons edilerek dışarı gelmeleri istendi. Çağrılan kişilerin hatırlı ailelerin çocukları olduğu söylentileri dolaştı ise de kimse ayrılmadı. Saat 22.00 civarında bir teğmen geldi. Gurubun ortasına girerek; arkadaşlar bende üniversite mezunuyum, şu anda yedek subaylık vazifesini yapıyorum, birkaç ay sonra terhis olacağım. Korkmanız gereken bir şey yok. Lütfen dağılın, isteyenler istediği yere gidebilir. Dışarıda Askeri araçlara
(cemselere) binin boşaltın burayı dedi. Bizde bahçeyi boşaltıp cemselere bindik. Yolda giderken isteyenler istediği yerde inip kayboluyordu. İnecek kişiler kaportaya hafif tıklayınca şoför duruyor inenlere kolaylık gösteriyordu. Benim bindiğim cemse de 20 kişi kadardık. Vardığımız yerde 10 kişi kadar kalmıştık. Saat 24 e yaklaşıyordu. Varınca karşılayan askerler Davutpaşa’ya hoş geldiniz diyerek diğer kamyonlarla gelenlerle birlikte koğuşlara dağıtıldık. Sabah kumanyalarımızı verdiler 40 kişi kadardık. Askerlerle futbol maçı yaptık, eğlendik. Üç gün sonra koğuştan bazı arkadaşların yok olduğunu fark ettim. Bir askere sordum o da ben bilmem şu karşıdaki nöbetçiye sor dedi. Ona da sordum. Onlar mı? gittiler dedi. Panikledim o zaman, nasıl yani dedim. Bir kapı açtı. Allahın dağı gibi bir yer. Şuradan işte. İstersen sende gidebilirsin dedi. Dışarı çıktım ben de, yol yok yordam yok. Nereye nasıl gidilir bilemiyorum.100 metre kadar ilerde bir asker el sallıyor. Gittim, yolu tarif etti. Her 100 metreye bir asker koymuşlar yolları tarif etsinler diye 3. Günün sonunda Yurda geldim. Ben 3 gün Davutpaşa da misafir kaldım.Yurttan yalnız ben vardım sanıyorum. Belki de olanlar da benim gibi açık etmiyorlardı. Sonradan öğrendiğimize göre Davutpaşa’ya gidenlerden 10 kadar arkadaşı 27 Mayıs devrimine kadar Davutpaşa’da tutmuşlar. Ondan sonra salıvermişler. Devrim olmasaydı veya başarılı olmasaydı Bu 10 kişi suçlanacaktı herhâlde. Davut Paşa’da tanıştığım ve arkadaş olduğum birisi bir gün bir milliyetti galiba ( cumhuriyette olabilir ) gazete getirip verdi bana. Bir resim gösterdi. Resimde bir genç, arkasında da ensesine tabanca doğrultmuş birisi var. Muhtemelen sivil polis. Tesadüfen çektim bu resmi. Bu sensin dedi. Kılık kıyafet ve tip bana benziyor. Sırtım dönük olduğu için yüzüm görünmüyor, fotoğrafı önden çekmesi mümkün değil elbette. Hatıra olarak gazeteyi sakladım. Aradan çok zaman geçti. Bulursam onu da ekleyeceğim anılarıma.
ANI 2
Bizim aile 3 kız 3 erkek olmak üzere 6 kardeşiz. Çoğumuzun olduğu gibi babamın aldığı maaşla hepimizin okuması mümkün değil. Antakya Lisesi 1955 yılı mezunu olduğum halde yurda girişim 1956 değil 1957 yılı olmuştu. Çünkü 1956 da harp okuluna gitmek istediğimde rahmetli babam bir eve bir asker yeter diyerek izin vermedi. Madem öyle O zaman Ankara’ya gidip üniversite sınavlarına gideyim diyerek gittim. İmtihanlara girmeden geri döndüm. Kazanamadım baba harp okuluna gideyim, bari dedim. Ayni şeyi söyledi rahmetli Bir eve bir asker yeter dedi. Böylece bir sene kaybettim.1957 de yurda girdiğimde 1956 girişli arkadaşlar arasında bir süre yabancılık çektim. Teknik üniversite makine bölümünde okuyan rahmetli Okay Hekimoğlu, rahmetli Teoman Coşkun ( Tosbi ),Belgin Erkan’la arkadaş oldum. Adımız kare as’a çıkmıştı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Arkadaşlığımız okul bitinceye kadar artarak devam etti. Yurdun ilan tahtasına koydukları benimle ilgili, ekteki kroki ve yazı arkadaşlığımızı daha da arttırdı. Oradaki yakıştırmalara ilaveten bir de aşık Ömer eklendi son yıllarda Bu yeni ekleme daha çok sınıf arkadaşlarım arasında yayıldı.
Masraflar ve ihtiyaçlar arttıkça babam kız kardeşimin birini okutmaktan vaz geçti.1959 yılında, yurttan hepinizin yakından tanıdığı, çok uyanık falanca ( ismini vermeme razı olmayabilir diye vermiyorum) yanıma geldi yurtta çalışırken. Sana bir teklifim var, nedir diye sordum. Çok önemli değil, para karşılığı başkasının yerine imtihana girermisin.Olmaz dedim. Fazla üstelemedi. Âmâ benim kafamı kurcalamaya başlamıştı. Birkaç gün sonra tekrar iyi düşün hiçbir sorun çıkmayacak. Her şeyi ben ayarlayacağım sen sadece sınava gireceksin o kadar dedi. Sen niye girmiyorsun dediğimde senin fen derslerin daha iyi. Garanti kazanırsın, bana bir fotoğraf ver yeter, bende onlara garanti veriyorum dedi. Uzunca bir müzakereden sonra parasal sıkıntıları da dikkate alarak peki dedim. Bunu kabul ederken İTÜ. İkinci sınıfında iken, Mardin lisesinde ikinci sınıfta okuyan kardeşimin yerine bütünleme sınavına girmemin de katkısı olmadı değil.
İmtihana gireceğim kişinin, benim fotoğrafım yapıştırılmış kimliğini verdi bir gün.(Benim için asıl anı; imtihana nasıl girdiğimde, kontrollerde, girişte, ve imtihanda ne gibi tedbirler aldığımda ve yaşadıklarım da ama, MMV.la ilgili olmadığı anlatması uzun olduğu için yazmıyorum.) İstanbul Teknik Üniversitesinde de benzer maceraları vardı arkadaşın.
Böylece İstanbul üniversitesi giriş sınavlarına defalarca girdim. Yakalanmama ramak kaldığı zamanlar oldu. Sonraları başkalarının hakkını yediğim için çok üzüldüm. Âmâ bana bu teklifi getiren arkadaşım Falancanın üzüldüğünü sanmıyorum. İTÜ. Dördüncü sınıfında da benim için çok yüksek olan bir ücret teklif ederek imtihana girmemi önerdi. Ücretin yüksekliğinden kabul edeceğimden emindi. Çok düşündüm ve ret etmeye karar verdim. Yakalanırsam dört senemin yanacağını, okul hayatımın sona ereceği düşüncesi ile o ücrete rağmen teklifi kabul etmedim. Bu imtihanlarda kendisinin ne aldığını ben hiç sormadım o da bir şey söylemedi. Okul bittikten sonra önemli yerlerde görev yaptı. Böylece okulu bitirmeme dolaylı destek oldu. Allah selamet versin.
ANI 3
Bir hafta sonu Belgin Erkan’la yurtta oturuyoruz. Canımız sıkıldı. Bahçede dolaşırken yurdun askeri jipi ilişti gözüne Belgin’in. Jipe bindik. Şöyle bir tur atalım dedik. Önce sokaklarda turaladık bir süre, sonra da Aksaray’a doğru uzandık. Benim biraz korkum vardı, ya kaza falan olursa diye. Belgin çok rahattı. Ta ki Aksaray da askeri inzibatların düdük çalıp durmamızı isteyene kadar. Düdük sesini duyunca birden gaza bastı kaçmaya başladık. Askeri Jip de peşimizde. O zaman anladım ki Belgin iyi bir kemancı olduğu kadar iyi de bir şofördü. Ara sokaklardan yurda doğru hızla ilerliyorduk. O zamanlar trafik yok denecek kadar azdı sokaklarda. İnzibatlarda peşimizde. Bizim avantajımız sokakları iyi bilmekti. Yine de inzibatlar arkamızdaydı. Yurdun demir sürgülü kapısı açıktı. Kapıdan içeri girer girmez kapıyı kapat diye nöbetçi askere bağırdık. Kapı kapandığı anda inzibatlarda kapıya dayandı. İçeri giremediler tabi. Askerlerle konuştuktan sonra dönüp gittiler.